brighten: Fiil
Anlamı:
- Daha parlak hale getirmek
- Daha neşeli veya daha mutlu hale getirmek
- Daha umutlu veya daha iyimser hale getirmek
Örnekler:
- The sun brightened the room. (Güneş odayı aydınlattı.)
- Her smile brightened my day. (Onun gülümsemesi günümü aydınlattı.)
- The news brightened my outlook on life. (Haberler hayata bakış açımı aydınlattı.)
brighten: Fiil
Anlamı:
- Daha parlak hale gelmek
- Daha neşeli veya daha mutlu hale gelmek
- Daha umutlu veya daha iyimser hale gelmek
Örnekler:
- The sky brightened as the sun rose. (Güneş doğarken gökyüzü aydınlandı.)
- My mood brightened when I saw her. (Onu görünce ruh halim düzeldi.)
- My prospects brightened when I got the job. (İş bulduğumda beklentilerim arttı.)
brighten: Fiil
Anlamı:
- Parlatmak
- Cilalamak
- Temizlemek
Örnekler:
- I brightened the silver with a polishing cloth. (Gümüşü parlatma beziyle parlattım.)
- I brightened the windows with a glass cleaner. (Cam temizleyiciyle pencereleri temizledim.)
- I brightened the brass doorknob with a metal polish. (Pirinç kapı tokmağını metal parlatıcıyla parlattım.)
brighten: Fiil
Anlamı:
- Canlandırmak
- Yenilemek
- Tazelemek
Örnekler:
- A new coat of paint brightened up the old house. (Yeni bir kat boya eski evi canlandırdı.)
- A new haircut brightened up her appearance. (Yeni bir saç kesimi görünümünü yeniledi.)
- A good night’s sleep brightened up my mood. (İyi bir gece uykusu ruh halimi iyileştirdi.)
brighten: Fiil
Anlamı:
- Sevindirmek
- Mutlu etmek
- Neşelendirmek
Örnekler:
- Her smile brightened my day. (Onun gülümsemesi günümü aydınlattı.)
- The good news brightened my spirits. (İyi haberler ruhumu iyileştirdi.)
- The party brightened up the whole town. (Parti tüm şehri neşelendirdi.)